Emre Zeytinoğlu, Mimar Sinan Üniversitesi Seramik Bölümünden mezun.Çok sayıda karma sergiye katılan sanatçı, altı kişisel sergisinin yanı sıra küratörlük de yapmakta.
Ülkemizdeki sanat eğitiminden bahsederken “disiplinler-arasılık” eğitiminin, kurumlar aracılığı ile öğretilebileceğini düşünmediğini söyleyen sanatçı bu düşüncesine ek olarak şu düşüncelerini dile getirmektedir;
''Bu son derece çelişkili olurdu. Çünkü sanatın (kendi olanakları ve seçenekleriyle) kendisini mevcut klişelerden kurtarma eylemi olarak görebileceğimiz “disiplinler-arasılık”, eğer kurumların eline düşerse, yeni klişelerle karşılaşmamız kaçınılmazdır. Sanatın “disiplinler-arasılık” seçeneğine yaklaşması, aslında kendisini kurumlardan (ve disipliner kalıplardan) kurtarıp, sokağa çıkması (özgürleşmesi) anlamına gelir.
Bence “disiplinler-arasılık” konusunun kurumların dışına kayması, kurumların yetersizliğinden çok, bir “olması gereken”in gerçekleşmesidir. Kurumların asıl problemi, sokağın cazibesine ayak uydurmak adına, “disiplinler-arasılığı” kendilerine dahil etme çalışmalarıdır; bu yönde yeni bölümler ve yeni ders programları oluşturmalarıdır.
Ve bu, yalnızca Türkiye’nin sorunu değildir. “Disiplinler-arasılık”, farklı disiplinlerin, birbirleriyle bir ilişki kurabilmeleri adına, kendilerini (kuralsızca) küçültmeleri; “minörleştirmeleri” anlamına gelir. Bu “minörleşme”, eğer kurumlar aracılığı ile öğretilecekse, kavramsal bir tutarsızlık olarak “majörleşir”. En azından, “majörleşme” isteğine kapılır. Sanatın (bugün) yuvarlanabileceği en büyük “komiklik” bu olmalıdır: Majör disiplinlerin çatısını oluşturan kurumlar, bir yandan da “minörleşme” konusuna el attıklarında, sokağı içermeye başlarlar. Gerçekten komikliktir bu... ''
Küratörlüğünü yaptığı sergiler üzerine değerlendirmeler yapan Emre Zeytinoğlu küratör-sanatçı ilişkisi üzerine söyledikleriklerini eklemek gerekirse:
-''Beral Madra’nın, Ali Akay’ın, Vasıf Kortun’un oluşturduğu sergilerde yapıtlarımı sergiledim. Bunlar, karma sergilerden farklı karakterler taşıyorlardı ve küratör-sanatçı(lar) arasında sıkı bir çalışma süreci gerektiriyordu. Daha doğru bir tabirle, düşünceler-arası bir süreçti ve sergilerin başından sonuna kadar, herkes “ayrışık tavırlarıyla” aynı sorumluluğu üstleniyor ve aynı ağırlığa sahip oluyordu. İşte bu süreç, tam bir “disiplinler-arası” nitelik taşımaktaydı. Sponsorların seçiminden, mekânın yerleştirilmesine kadar, aynı sorumluluk... İtiraf etmeliyim ki, bu sergiler sırasında yanlış kararlar verdiğim olmuştur. Fakat o yanlış kararlarım için bir sorumlu arayacaksam, kendimden başkasını gösteremem. Demem o ki, küratörler kesinlikle sanatçılardan; sanatçılar da küratörlerden bağımsız olamazlar (olmamalıdırlar). İşte böyle bir bağdan yoksun küratör-sanatçı ilişkisi (ilişkisizliği), birçok sergiyi boşluğa düşürmekte ve sanatçıları, bir takım “iktidar” kurumlarının tutsağı haline getirmekte. Yine de burada suçlanacak birileri varsa, onlar o “iktidar” kurumlarının ve o kurumların birer basit elemanı haline gelen küratörler olamazlar. Olsa olsa, kendi düşüncelerini terkeden sanatçılar olurlar.''
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder