21 Haziran 2010 Pazartesi

Emre Zeytinoğlu ile Röportaj

Emre Zeytinoğlu, Mimar Sinan Üniversitesi Seramik Bölümünden mezun.Çok sayıda karma sergiye katılan sanatçı, altı kişisel sergisinin yanı sıra küratörlük de yapmakta.
Ülkemizdeki sanat eğitiminden bahsederken “disiplinler-arasılık” eğitiminin, kurumlar aracılığı ile öğretilebileceğini düşünmediğini söyleyen sanatçı bu düşüncesine ek olarak şu düşüncelerini dile getirmektedir;
''Bu son derece çelişkili olurdu. Çünkü sanatın (kendi olanakları ve seçenekleriyle) kendisini mevcut klişelerden kurtarma eylemi olarak görebileceğimiz “disiplinler-arasılık”, eğer kurumların eline düşerse, yeni klişelerle karşılaşmamız kaçınılmazdır. Sanatın “disiplinler-arasılık” seçeneğine yaklaşması, aslında kendisini kurumlardan (ve disipliner kalıplardan) kurtarıp, sokağa çıkması (özgürleşmesi) anlamına gelir.

Bence “disiplinler-arasılık” konusunun kurumların dışına kayması, kurumların yetersizliğinden çok, bir “olması gereken”in gerçekleşmesidir. Kurumların asıl problemi, sokağın cazibesine ayak uydurmak adına, “disiplinler-arasılığı” kendilerine dahil etme çalışmalarıdır; bu yönde yeni bölümler ve yeni ders programları oluşturmalarıdır.

Ve bu, yalnızca Türkiye’nin sorunu değildir. “Disiplinler-arasılık”, farklı disiplinlerin, birbirleriyle bir ilişki kurabilmeleri adına, kendilerini (kuralsızca) küçültmeleri; “minörleştirmeleri” anlamına gelir. Bu “minörleşme”, eğer kurumlar aracılığı ile öğretilecekse, kavramsal bir tutarsızlık olarak “majörleşir”. En azından, “majörleşme” isteğine kapılır. Sanatın (bugün) yuvarlanabileceği en büyük “komiklik” bu olmalıdır: Majör disiplinlerin çatısını oluşturan kurumlar, bir yandan da “minörleşme” konusuna el attıklarında, sokağı içermeye başlarlar. Gerçekten komikliktir bu... ''
Küratörlüğünü yaptığı sergiler üzerine değerlendirmeler yapan Emre Zeytinoğlu küratör-sanatçı ilişkisi üzerine söyledikleriklerini eklemek gerekirse:
-''Beral Madra’nın, Ali Akay’ın, Vasıf Kortun’un oluşturduğu sergilerde yapıtlarımı sergiledim. Bunlar, karma sergilerden farklı karakterler taşıyorlardı ve küratör-sanatçı(lar) arasında sıkı bir çalışma süreci gerektiriyordu. Daha doğru bir tabirle, düşünceler-arası bir süreçti ve sergilerin başından sonuna kadar, herkes “ayrışık tavırlarıyla” aynı sorumluluğu üstleniyor ve aynı ağırlığa sahip oluyordu. İşte bu süreç, tam bir “disiplinler-arası” nitelik taşımaktaydı. Sponsorların seçiminden, mekânın yerleştirilmesine kadar, aynı sorumluluk... İtiraf etmeliyim ki, bu sergiler sırasında yanlış kararlar verdiğim olmuştur. Fakat o yanlış kararlarım için bir sorumlu arayacaksam, kendimden başkasını gösteremem. Demem o ki, küratörler kesinlikle sanatçılardan; sanatçılar da küratörlerden bağımsız olamazlar (olmamalıdırlar). İşte böyle bir bağdan yoksun küratör-sanatçı ilişkisi (ilişkisizliği), birçok sergiyi boşluğa düşürmekte ve sanatçıları, bir takım “iktidar” kurumlarının tutsağı haline getirmekte. Yine de burada suçlanacak birileri varsa, onlar o “iktidar” kurumlarının ve o kurumların birer basit elemanı haline gelen küratörler olamazlar. Olsa olsa, kendi düşüncelerini terkeden sanatçılar olurlar.''

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder